Vişne Kiraz

Düşlerimin peşi sıra kendimi yollara vurdum

Posts tagged ‘Game of Thrones’

The Dark Hedges

Dublin seyahatim biraz farklı başladı. Sanki biraz da bir yönümü anlatan bir hikaye oldu Sevgili Okur.

(Sakın nasıl diye sorma!) Bir şekilde İrlanda’nın Schengen bölgesinde olduğuna inanmışım. O kadar emindim ki önüme çıkan sinyallerin hiçbirinden kıllanmadım bile. Havaalanındayken gittim doğruca Schengen uçaklarının olduğu kapıya. Biniş kartımdaki barkodu okuttuğumda yanlış yerde olduğum uyarısını aldım. “Schiphol’de inşaat var, ondan zağar.” dedim ve üst katta Schengen bölgesi dışına uçan uçakların kalktığı kapıya gittim. Bu yüzden de pasaportumun damgalanmasını yadırgamadım. Uçağımın olduğu kapı İngiltere’ye giden uçakların olduğu yerdeydi (çok ilginç). Hostes pasaportuma bakarken bir yandan beni business class’a aldıkları için yeni biniş kartı basmaya çalışıyor bir yandan pasaportumda hararetle İrlanda vizesi arıyordu. İnancım o kadar güçlü ki kadına gayet normal bir tonda çalışma iznim olduğu için Schengen bölgesinde vizeye ihtiyacım olmadığını ve neden pasaportumda vize aradığını sordum. Bu soğukkanlılık ve inançla hostes ikna olmuş olacak ki geçmeme izin verdi. Aslında bu da ikinci sinyaldi. Business class’da mutlu mutlu yolculuk ettikten sonra Dublin’e vardık. Pasaport kontrolünü görünce “Acaba mı?” diye internetten dur bakayım demeden sıra bana geldi. Paşa paşa görevli memureye pasaportumu verirken “İrlanda Schengen bölgesinde değil mi?” diye sordum rahatça. Korku ya da heyecan hiç yoktu. Bu da aymam için üçüncü sinyaldi. Çekirge üçüncü kez zıplayabilecek miydi acaba? Meraklıydım. Hiç bu duruma gelmemiştim ve vizesiz bir ülkenin sınırında ne yaparlardı hiç fikrim yoktu. Amerika’da ya da Almanya’da aynı duruma düşsem yusuf yusuf olurdum her halde. İrlandalı görevli polis memuresi bana bir dahaki sefere İrlanda’ya girişte vize almam şartıyla pasaportuma bir uyarı mühürü basarak İrlanda’ya giriş izni verdi. Biletimin ve pasaportumun fotokopisini çekmek için de çok kibarca izin istedi. Misafirpervelik buydu işte! Altı üstü bir kaç gün kalacak bir turisttim. Ne gerek vardı işleri zorlaştırmaya? Daha sonra konuştuğum göçmen bir taksici de İrlandalıların yardımsever ve arkadaş canlısı olduklarını kendi dile getirdi. Halbuki burnu havadaki İngilizler’e bu kadar yakın ama karakter olarak zıt bir millet. Hoşuma gitti. Bu yüzden İngiltere Nişantaşı ise İrlanda benim için Karaköy oldu :) Daha sonra Game of Thrones çekimlerinin yapıldığı Dark Hedges’i görmek için Kuzey İrlanda’ya da hali hazırda vizesiz İrlanda’da olduğumdan kaçak girmiş oldum. Bu da ayrı keyifliydi, yüzümdeki gülümseme bitmediğinden yanaklarımın acıdı o derece. Bu değişik girişten sonra Dublin gezim havanın da güzel olmasıyla epey keyifli geçti. Evlerin kapıları, Trinity College’ın kütüphanesi (Jedi Library), pub kültürü, çiçeklenmiş kiraz ağaçları, doğası aklımda kalanlardan. Kötü de olmadı :)

Güçlü bir inanışla ve bir an bile bir yanlışlık olma ihtimalini düşünmeden vize falan demeden girebildim İrlanda’ya. Peki bir şeye bu kadar güçlü inanmak ne kadar doğru? Neden önüme çıkan sinyallere ihtimal bile vermedim? Bu kadar güçlü bir inanç beni yanlış yerlere sürükler mi(ydi)? Bu soruları hala düşünüyorum. Belki babamın baskısından kurtulup tek başıma geldiğim bu noktada kişiliğimin ve bu inancımın payı büyük. Baskın bir kültürde yalnız yaşamak ve çalışmak sanırım böyle durmazsam olmazdı. Ama bazen de çok mu zorluyorum? Bir yerde vazgeçmeli miyim? Sen ne dersin Sevgili Okur?

Bonus: Dublin gezimden sonra The New York Times’da “Gerçekler neden fikrimizi değiştirmez?” başlıklı makaleye denk geldim iyi mi?

Diğer fotoğraflar için instagram’dan #visneindublin ve #visneineireland etiketlerine bakabilirsin.

Vişne Kiraz
Nisan 2017
(Amsterdam, Mayıs 2017)

9 Yorum

Baştan belirteyim: kesenin ağzını açmayacaksan bu yazıyı okuma Sevgili Okur! Böyle bir giriş yapmak istemezdim ama gerçekleri baştan söyleyeyim de seni boşuna heveslendirmeyeyim. Bugüne kadar en masraflı geçen seyahatlerimden biri oldu. Ben de öyle çok zengin olduğumdan değil Galapagos Adaları‘nı doğası bozulmadan dünya gözüyle görmek istediğimden saçtım bütün paramı bu gezimde. Vahşi doğayı kendi ortamında görmek isteyince fiyatlar aşırı uçuyor. Bunu Kilimanjaro tırmanışı sonrası çıktığımız safaride de deneyimlemiştim. Pahalılık gerçeğini kabullendikten sonra her şeyi unutup doğanın tadını çıkartmak harikaydı. Özellikle hayvanlarla milli park ya da hayvanat bahçesi olmadan kendi doğal ortamlarında anlar paylaşmak kelimelerle anlatılmayacak kadar eşsiz bir duygu.

Sümüğünü sevsinler

Havaalanından Puerto Ayora’ya doğru

Darwin Adaları olarak da bilinen adalar anakaradan 1000km uzakta. Her şeyden bu kadar uzak olunca ister istemez bölgeye has türleri doğal olarak sadece burada görmek mümkün. Uçak ile adanın üzerine ilk yaklaşmaya başladığımızda bu çölde nerede bu kadar tür diye düşündüm. Galapagos’un bence en çarpıcı yanı barındırdığı bu tezatlıkta. Volkanik adanın kuraklığında bir çok tür yaşamakta. Ben Galapagos Adaları’nı ziyaretim boyunca Santa Cruz Adası‘nda kaldım. Adalar arası mesafe fazla ve masraflı olduğu için Santa Cruz’a gelip San Cristóbal‘den dönmek mantıklı bir tercih olur. Santa Cruz’da bulunan Baltra Havalimanı 2. Dünya Savaşı sırasında Amerikalılar tarafından kullanılmaktaymış. Bu havalimanı da aslında Santa Cruz’un hemen dibinde bir adada. Ekolojik dengeyi korumak için böyle bir yer seçilmiş. Bugüne kadar gördüğüm en minimal ve doğa dostu havalimanı burasıydı. Adanın ekolojik dengesinin bozulmaması için hem Ekvador’dan uçağa binmeden önce hem de Galapagos’a inince valizler kontrol edilmekte. Galapagos’ta eğitimli bir kurt köpeği bütün valizleri koklayarak gerçekleştirdi bu kontrolü. Ben hala sert plastik valizimi nasıl kokladı ve kontrol etti anlamış değilim.

Ohmmmmm!

Santa Cruz adasında havaalanından Puerto Ayora’ya doğru gidince 3 farklı iklim bölgesinden geçiyormuşuz. Çöl, tropik ve yarı tropik. Özel bir araç tuttuğumuzdan havaalanından şehre giderken Los Gemelos‘da manzarayı izlemek için durduk. Los Gemelos volkanik bir olay sonucu değil çökme yüzünden oluşmuş 2 büyük krater aslında. Adanın en yüksek bölgesinde olduğu için iklim ve bitki örtüsü oldukça tropik. Bu duraktan sonra lava tünellerinin ve dev kaplumbağaların olduğu Reserva El Chato‘ya geçtik. Rehberimizin dediğine göre buradaki kaplumbağalar 2. Dünya Savaşı’nı görmüşler. Ben kaplumbğaların gözlerini Game of Thrones‘da ölülerin gözlerine örtülen gözlere benzettim. Buradan ayrılmadan ölmüş kaplumbağa kabuklarının içine girerek fotoğraf çekilmek olmazsa olmaz turistik hareketlerden.

Dev tosbağalar ve gözler

Otellerimize geçip soluklandıktan sonra uzuuun bir yürüyüş sonrası Tortuga Bay‘e vardık. Yol boyunca sıralanan kaktüsler o kadar devasa bir hal almış ki gövdeleri çam ağacı gövdesine dönüşmüş. Yani ağrısız sızısız kaktüse sarılmak mümkün şu hayatta! Tortuga Bay rengi ve uzunluğu ile çok güzel bir kumsal. Umulduk umulmadık her yerdeki iguanalara çok güldüm. Bence çok komik bir güneşlenişleri var. Baş yukarı doğru boyun dik. Mağrur güneşlenmek bu olsa gerek :) Bir de grup halinde güneşlenme huyları var. Niyeyse? Tortuga Bay’de su kapmlubağası göremedim, o yüzden adı Iguana Bay olarak değişmeli. Kumsaldaki her karartı bir iguana olabilir.  Tortuga Bay’in sonuna kadar gittikten sonra arka tarafta kalan lagunda yüzmek iyi geldi. Hiç anlam veremediğim ayakta durularak yapılan paddle board kiralayan biri vardı burada. Etrafta bundan başka bir şey olmadığı için su vs. tedbirli yola koyulmak gerek Tortuga Bay’e giderken.

 

Bartolomé Adası

Burası Darwin’in adaları olduğundan Darwincim de arkadaşlarının isimlerini vermiş adalara. Bartolomé de Darwin’in kankalarından biriymiş. Bartolomé Adası yeryüzü şekli olarak oldukça ilginç bir yerdi. Lava patlaması suyun altında olduğu için etraftaki kayaların üzerinde bir sürü minik kabarcıklar deliklere ve su altı bitkileri de kaktüsümsü kara bitkilerine dönüşmüş. Mavi ile kahverenginin ilginç bir kontrastı vardı burada.

Isabela, Pinzón ve ada sakinleri

Galapagos’un bence en güzel yanı canlıların koruma altında olup avlanmamasından ötürü oluşan insandan korkmama tavırları. Çok rahatlar ve her yerdeler. Mesela bir pelikanın yanından geçerken ben nasıl merakla ona baktıysam o da aynı şekilde bana baktı. Foklar her yerde. Sanki onlar adanın asıl sakinleriydi. Puerto Ayora’da limanda bankta uyuyanları bana en ilginç gelen görüntülerden oldu. Rahatı bulmuş, balık avlamaya da gerek yok. Bank da konforlu! Isabela Adası‘nda köprü kapatanları bile vardı. Isabela Adası’nda blue footed bobby, flamingo, su kaplumbağası, pelikan, köpek balığı, yunus, penguenfok balığı, rengarenk balıklar görmek mümkün. Erkek fok balıkları baya vahşi ve çok acayip sesler çıkartmakta. Yanı başıma gelip neşeli yüzen penguenin o coşkusunu o anı ne zaman hatırlasam içimde yaşıyorum.Su kaplumbağalarının nefes almak için kafalarını çıkartmasını gözlemleyip evlerini bulmam ve suyun dibinde dedikodu yaptıkları ana dakikalarca şahit olmam doyamadığım anlardan. Pinzón Adası ise ayak basılmayan bir ada. Oraya giderken gördüğüm kaya oluşumları ve renk geçişleri büyüleyiciydi.

Pinzon’a giderken saklanmış foklar

Galapagos’da dalış

Galapagos’da büyük deniz canlıları ile yüzmeyi iple çekiyordum. O kadar yol gelmişim çekiç başlı köpek balığı (bkz. hammerhead shark) ve beyaz burunlu köpek balığı (bkz. whitetip shark) ile yüzmeden olmaz. Gel gelelim Galapagos’da en üzüldüğüm şeylerden biri dalışın günlük 150 USD olması oldu. Aynı paraya 5-6 kez dalardım Koh Tao’da mis gibi. Hal böyle olunca bir gün dalış yapabildim. Çok şükür tek daldığım günde hem bahsettiğim iki köpek balığı tür ve mobula ile yüzdüğüm için çok şanslıydım. North Seymour‘da daldık. Dalışın başı oldukça sıkıcıydı. Kumlu bir rotada bir müddet ilerlerken bir anda köpek balıkları görünmeye başlayınca oldukça heyecanlandım. Aslında bence köpek balıkları da heyecanlı ve bir o kadar meraklıydı. Keşif bakışma derken zaman nasıl geçti anlamadım bile.

Ah mümkünse dalışı Güney Doğu Asya’da öğren. Hem uygun hem de suyun sıcaklığı, su altı faunasının zenginliği oralarda farklı. Bu arada teknedeki grup da fiyatlar böyle olunca çok kokoştu. Nerede Asya’daki kafa dengi turistler diye hayıflandım. İlla Galapagos’da dalış öğreneyim dersen 600 USD fiyatı. Aynı PADI kursu için Tayland’da 200 USD ödemiştim. Şunu da belirtmeden geçmeyeyim: fiyat böyle olunca ekipman vs. hiçbir şey taşıtmıyorlar tabii. Herkesin ekipmanını kendileri kurdu. Hiç öyle öğrenmedim ben. Sonuçta benim ekipmanım, benim kontrol etmem gerek. Ama bu da servise dahil. Bu da böyle bir tecrübe oldu.

Notlar:

  • Galapagos Adaları’na giden uçağa binmeden önce Galapagos giriş ücretini ana karadaki havaalanında 20 USD, Galapagos’a varınca da 100 USD olarak iki parça şeklinde ödenmekte. Check-in’e valizi  vermeden önce valizin güvenlik görevlisi tarafından mühürlenmesi ve makbuzu göstermek gerekiyor.
  • Oteller kahvaltı dahil 25-30 USD civarı. Yemek de 7-10 USD arası. Esas pahalı olan şey aktiviteler. Aktiviteler için kişi başı günlük en az 100 USD’yi gözden çıkartmalısınız.
  • Puerto Ayora’da restoranların sıralandığı bir cadde var. Taze deniz ürünlerini oldukça uygun fiyata yemek mümkün. Ben çok sevdim.
  • Skyscanner’da arama yaparken karşıma Tame Airlines çıkmamıştı. Mevcut diğer havayollarından kat kat daha ucuz.
  • Başka bir adada tura katılacaksanız ayrılmadan önce tur şirketinin size renkli bir etiket yapıştırması gerekmekte. Benim başıma talihsiz bir olay geldi bununla ilgili. Tur şirketindeki adam üç kağıtçı çıktı. Adam sabah benimle limanda buluştu ve Isabel’a adasına giden bota bindirdi. Yaklaşık bir saat sonra Isabela Adası’na vardığımda beni karşılayan kimse yoktu. Beni en çok üzen tek seçenek öğleden sonra 3’te dönebiliyor olmak ve o gün başka hiçbir şey yapamayacak olmak oldu en başta. Oradaki başka bir tur görevlisi ile konuşup üzgün halimi de görünce adamcağız sağolsun beni ücretsiz kendi grubuna kattı ve günün tadını çıkartmam konusunda tembih etti. O amcayı ve Arjantinli Natalie ve Mariano’nun empati içerisinde beni kucaklamalarını hiç unutmayacağım. Döndüğümde polise gitmemden korkan tur görevlisi beni limanda karşılayıp bin bir yalan söyledi. Aklında bulunsun derim.

Bundan sonra hep iguanalar gibi güneşlendiğimiz, penguenler gibi neşeli yüzdüğümüz nice güzel seyahatlere ilham olsun bu gezi!

Daha fazla fotoğraf için instagram etiketim #visneingalapagos .

Vişne Kiraz
Ocak 2017
(Amsterdam, Nisan 2017)

8 Yorum

Bu sefer günümüzde var olmayan bir ülkeye gidiyor gibi evden çıktım. İspanya‘ya değil eski Endülüs‘e gidiyordum. O yüzden biraz farklıydı heyecanım bu yolculukta. Özellikle İspanya’nın güneyini etkileyen ve hala ayakta kalan Endülüs Emevileri‘nin mimarisini çok merak ediyordum. Nereye gidiyorsun diye soranlara Endülüs’e dedim bu sebepten. Ha bir de böyle içinde gezerken zaman yolculuğuna çıkmak istediğim Persepolis var “bucket list”emde.*

Yıldızlar - Alcázar of Seville

Yıldızlar – Alcázar of Seville

İlk durak Córdoba

Endülüs’ün dar sokaklarında keşfe Córdoba ile başladık. Bu yörede en sevdiğim şehir oldu küçüklüğü ve sevimliliğiyle. Sokakları boydan boya yıkayan temizlik görevlileri bana küçüklüğümde Adana’da anneannemin evinin merdivenlerini sokağa kadar yıkattığı yaz tatillerini hatırlattı. Ne de olsa o sıcakta azıcık serinlerdik biz, ev ve sokak.

Jewish Quarter – Córdoba

Gece geç yatan ve öğlen siesta yapan İspanyolların sabah erken saatlerde ücretsiz müze ziyareti olanağı sağlamalarına çok güldüm. “Abi biz beceremiyoruz erken kalkmayı, sen yapabiliyorsan gözümsün!” misali sabah 8.30-9.30 Mezquita de Córdoba‘i ve Alcazar de los Reyes Cristianos‘u ücretsiz ziyaret edebilirsiniz. Bu arada siestanın İspanyollara Emeviler zamanından kalma bir alışkanlık olduğunu öğrendiğime çok şaşırdım. Kuşluk vakti uykusu ile siesta arasındaki ilişki aslında geçmişe yaptığım yolculuğumun günümüzdeki güzel işaretlerinden biri oldu.

Hostel sahibi José sayesinde harika bir harita ile tanıştım bu gezimde. Avrupalı gençlerden oluşmuş USE-IT grubu gönüllü olarak genç turistler için haritalar hazırlamakta. Öyle keyifle hazırlanmış ki  gezdirirken eğlendiren türden :)  Şimdilik 45 şehir için haritaları var. Hangi şehirlerin haritaları var diye bakınırken gittiğim yerleri Use-It haritaları ile gezsem tekrar diye hayıflandım. Córdoba haritasını ücretsiz olarak buradan indirebilirsiniz. Şiddetle tavsiye ederim!

Ayasofya’ya benzeyen Mezquita de Córdoba sırasıyla kilise-cami-kilise dönüşümleri yaşamış. İslam mimarisindeki ışık oyunları hep çok hoşuma gitmiştir. Bana ayrı bir huzur verir. Burada yakaladığım ışık ile “huzur” adlı eserimi çektim diyebilirim. Altın yaldızlı mihrap Emevilerin mimaride estetik anlayışlarının ne kadar üst seviyede olduğunu gösteren harika bir yapıt, bugüne kadar gördüğüm en güzel mihrap.

Jewish Quarter‘ın sokaklarında kaybolduk bilerek ve isteyerek. Beyaz duvarların üzerindeki renkli saksılar, minik şirin dükkanlar, tabanı bile renkli seramiklerle döşeli balkonlar arasında yürümek güzeldi.

Alcazar de los Reyes Cristianos‘un bahçelerine bayıldım. İslam mimarisinin bir parçası olan avluları ve havuzları oluşturdukları atmosferle beni dış dünyadan uzaklaştırıp götürdü. İlginç şekillerde budanmış ağaçların ve rengarenk çiçeklerin arasında hoş zaman geçirdim.

Japonya’dan sonra bir bahçe türü daha öğrenmiş oldum: dikey bahçe. Palace of the Marquises of Viana‘nın bahçesinde yöredeki avlulardan farklı olarak dikey bir bahçe ve sergilenmekte olan modern sanat eserleri yer almakta. Sarayın içi sadece rehber ile gezilebilmekte. İspanyolca olmasına rağmen içini görmek istedim. İyi de yapmışım rehber hem İngilizce broşür verdi içeride hem de arada sorularımı İngilizce cevapladı.

Akşam Los 100 Montaditos‘ta tapas yiyip Roma Köprüsü‘nde yürüdük. Köprünün sonunda Mezquita de Córdoba’nın akşam manzarası bizi bekliyordu. O akşam şansımıza bütün tapaslar 1 euro’ya satılıyordu Los 100 Montaditos’ta. Mekan dışarıdan çok cazip görünmese de İspanyollar’ın tercih ettiği bir tapasçı. Turist tuzaklarından kaçınan ve yöre insanın gittiği yerleri keşfetmeyi seven bizlere çok hitap etti.

Córdoba 1. Mezquita de Córdoba 2. Alcazar de los Reyes Cristianos 3. Roman Bridge 4. Jewish Quarter 5. Palace of the Marquises of Viana 6. Plaza Corredera

Granada

Gitmeden önce Granada benim için her ne kadar Alhambra demek olsa da Plaza Nueava’dan başlayarak Carrera del Darro boyunca yürüdüğümüz Albaycin ve Sacromonte kasabalarından geçen rotayı sevdim. Sacromonte’de kayaların içinde yaşayan gypsy (çingene) evleri oldukça ilginç bir manzaraya sahipti. Hala elektrik, su ve kanalizyon olayını nasıl çözdüklerini anlamasam da evlerinin içi kesinlikle serin olmalı. En az bir tanesinin içini görmeyi çok isterdim doğrusu.

Alhambra harika bir saray. Dantelimsi alçılarla (plaster) bezenmiş sarayın zarif bir güzelliği var. Minimalist yapısı, geometrik desenlerle döşeli duvarları, yıldızları andıran kakmalı tavanları, aslanlı çeşmesi beni alıp eskilere götürdü. İslam’da yasak olan canlı figürlerine inat geometrinin zenginliğinde binlerce harika desen çıkmış ortaya. İnsanın kısıtlandıkça içindeki yaratıcılığı başka bir yerden çıkarabiliyor olmasından mutlu oluyorum. Bayıldığım bu desenlerden bir tanesinin üzerinde olduğu bir çift küpe aldım kendime sarayın mağazasından. Tanımadığım insanlar durup küpemi nereden aldığımı soruyorlar, seçimimden ötürü bunları duyunca seviniyorum.

Nasrid Sarayı – Alhambra

Geçenlerde Game of Thrones‘un yeni sezonda Alhambra ve Alcázar of Seville‘da çekim yapacağı yönünde dedikodular çıkmaya başladı. Eğer doğruysa sonunda Game of Thrones dizisinin çekileceği yerlerden birini dünya gözüyle görmüş oldum demektir. İzlanda hayalleri bir müddet daha bekleyebilir :)

Alhambra çıkışında Calle Molinos‘a giderseniz birbirinden harika graffitiler görebilirsiniz. Akşam Casa del Arte Flamenco‘da  flamenko gösterisi izledik. Flamenko dansçılarının hep kadın olduğunu sanırdım, yanılmışım. Hem kadın hem de erkek dansçının performansları oldukça coşkuluydu. Bir de bağrı yanık şarkıcının sesine eşlik eden gitar tam İspanya havasına girmemizi sağladı. Akşam üşenmezseniz Mirador  de San Nicolas‘a gidip manzaranın tadını çıkarabilirsiniz.

Granada 1. Alhambra 2.Albaycin and Sacromonte 3.The Cathedral and the Royal Chapel 4.Carrera del Darro and Plaza Nueva 5. Graffiti Sokağı

Seville

Seville gezdiğimiz şehirler içinde en büyük olanı. Bana bir kaç yer dışında çok ilgi çekici gelmedi. Alcázar of Seville‘ın Alhambra ile yarışacak kadar güzel olduğunu bilmiyordum. İkisi de harika olsa da benim için Alhambra’nın yeri başka. Seville Cathedral‘indense kulesi (minaresi) Giralda‘yı daha çok beğendim. Plaza de España gece fotoğrafı çekmek için güzel bir yer. Torre del Oro ya da diğer adıyla Altın Kule Seville’nın tarihteki gelişimini anlatan önemli yapılardan biri. Casa de Pilatos bizdeki vali konağına karşılık gelmekte. Mimarisi, İslam ve rönesans eserleriyle hoş bir sentez oluşturmuş.

Vineria San Telmo‘da lezzetli bir akşam yemeği yedik. Akdeniz, Arap ve İspanyol mutfaklarının birleşimi zengin bir menüye sahip. Gitmeden önce rezervasyon yaptırmanızda fayda var.

Seville 1. Alcázar of Seville 2.Seville Cathedral & Giralda 3.Plaza de España 4.Torre del Oro 5.Casa de Pilatos

Dikkat edilmesi gerekenler:

  • Alhambra biletinizi mutlaka önceden internetten alın. Saraya çok talep var ve gittiğiniz gün kapıdan satılan sınırlı sayıda bilete yetişememe ve erkenden girdiğiniz kuyruklarda boşuna zahmet çekme riskiniz var. Biletinizi buradan alabilirsiniz. “Genel” kategoriden aldım biletimi, oldukça kapsamlıydı. Sarayın bahçesinden seçtiğiniz saatten erken giriş yapmanız mümkün, fakat biletin üzerinde yazan saatte (sanırım tercih ettiğiniz saatten 15 dakika önce) Nasrid Sarayı‘nın önünde hazır ve nazır bulunmalı.
  • Sıcak hava – Haziran başında oradaydım. Hava aşırı olmasa da sıcaktı. Dar sokaklardaki gölgeler yardım etse de temmuz ve ağustos aylarındaki halini hayal edemedim. Mümkünse temmuz ve ağustos dışında giderseniz çok daha keyifli olabilir gezileriniz.
  • Tarihi yerleşim yerlerine araçla girme yasağı– Endülüs bölgesini arabayla gezmek oldukça rahat. Yalnız şehir içindeki tarihi yerleşim yerlerine belli araçlar girebilmekte. Google Maps sizi bodoslama bu yerlere sokup başınızı ağrıtabilir. Eğer araç ile gidecekseniz kalacağınız otele mutlaka bu durumu iletin ve plakanızı bir an önce kendilerine iletin. Sisteme plakanızı kaydettirdiklerinde aracınızla en azından otelin önüne kadar gidip valizlerini bırakabilirsiniz.   
  • Otopark – Şimdi öncelikle saf saf Türk mantığı ile İspanyolca çeviri yapmaya kalkışmayın benim gibi. Futboldaki libero teriminden otoparkların levhalarında yazan “libre” kelimesini free-ücretsiz diye çevirdim. Otoparka girince farkettim ki ücretsiz demek değil o, müsait demek. Paralı otopark yer durumundan haber veriyor Vişne ne anlıyor durumu :) Günlük 20-30 euro arası otopark ücretlerinin. Otopark görevlisi halden anladı da hemen çıkma isteğine pratik çözüm buldu. Cadde üzerlerinde mavi ile işaretlenmiş yerler ücretli, sarılar da rezerve demek. Beyaz ya da boyalı olmayan yerlere aracınızı gönül rahatlığıyla park edebilirsiniz. Haritalarımdan notlarımı toparlayıp “Endülüs’te ücretsiz park yerleri” yazımı yazana kadar aracınızı ücretsiz nereye park edebileceğiniz konusunda kalacağınız yerle iletişime geçmenizde fayda var.
  • Uygun araç kiralamaGoldcar‘ın fiyatları oldukça uygun. Günlük 10-12 euro civarına araç kiralayabilirsiniz. Yalnız aracı aldığınız şehirden başka bir şehirde bırakırsanız 40 euro fazladan ödemeniz geremekte.

Güzergah

Seyahat planlarınıza ilham olur belki diye planlama aşamasında Google Maps’te hazırladığım haritayı koyuyorum buraya. Bu yazımda detaylı olarak Córdoba, Granada ve Seville gezilerini anlatmaya çalıştım. Granada’dan Malaga’ya geçerken El Torcal Doğa Parkı‘nda şehir tatilinden kaçıp doğada yürüyüş yapmak iyi geldi. Memleketine o kadar yaklaşmışken Malaga’da Picasso Müzesi‘ne uğramadan dönmek olmazdı.

Akdeniz, Ege ve Karayipler’in maviliklerinden sonra Batı Avrupa’da deniz beğenmek biraz zor. Plana güzel bir deniz kum güneş keyfi eklemek için bakınırken Marbella’nın grimsi denizi cazip gelmedi. Bir şekilde Cádiz‘e karar verdik ve yine Atlas Okyanusu’nda bir sahili deniz kum güneş tatili için seçmemek gerektiğini deneyimledim. Ayrıca Akdeniz ve Afrika’nın birbirine bu kadar yaklaştığı bir boğazda buz gibi esen rüzgar bana Hollanda sahillerini anımsattı. Rüzgardan kumsalda oturmak ve üşümemek neredeyse imkansızdı. Biz de bu vesileyle Malaga’dan  Cádiz’e geçerken dağların içinde iki güzel kasabayı Ronda ve Setenil de las Bodegas‘ı plana dahil etmiş olduk. Cádiz’deki kumsal faciasından sonra bari bu kadar gelmişken Cebelitarık‘ı uzaktan da olsa bir görelim istedik. Cebelitarık İngiltere kontrolünde olduğundan gezmek için İngiltere vizesi gerekmekte. Denizin ortasında ama karaya yakın kocaman kayalı haliyle bir karakolu andıran Cebelitarık, yol boyunca uzanan rüzgar değirmenleri ve karşıda Afrika kıtası manzaraları görülesi. İsterseniz dönüşte ufak bir kasaba olan Vejer de la Frontera‘ya uğramak mümkün.

Kaç gün yeterli?

Kendimden biliyorum seyahat planı yaparken en önemli aşamalardan biri de gideceğiniz yeri adam akıllı gezmek için kaç gün yeter kararı vermek. Süre ne çok uzun ne de çok kısa olmalı. Bu nedenle gezi yazılarıma elimden geldiğince “Kaç gün yeterli?” kısmını eklemeye çalışacağım. Bir hafta Endülüs gezisi için yeterli bir süre.

  • Córdoba 1 gün
  • Granada 1-2 gün (Özellikle Alhambra Sarayı yarım gününüzü alabilir ve rahat gezmek için 1 günden biraz fazla vakit ayırmalısınız.)
  • Seville 2 gün
  • El Torcal + Ronda + Setenil 1 gün (Ronda ve Setenil birbirlerine yarım saat mesafedeler, Granada’dan sabah erken yola çıkarsanız üçünü gün içerisinde gezebilirsiniz. El Torcal’a Granada’dan Malaga’ya giderken uğradık. Ronda ve Setenil de Malaga’dan yaklaşık bir saat mesafede Cádiz’e giderken yol üstünde.)

* Bucket list kelimesini “ölmeden önce yapılması gerekenler listesi” diye çevirmek istemedim. Morgan Freeman ve Jack Nicholson abilerimizin oynadığı The Bucket List (2007) filminin hatrına bu kelime daha iyimser geliyor kulağıma içinde ölümün yer aldığı bir ifadeyi kullanmaktansa.

(Vişne Kiraz, Haziran 2014)

36 Yorum
%d blogcu bunu beğendi: