Fransa’nın güneyindeki Provence bölgesinin meşhur lavanta tarlalarını gezmek bu yaza kısmetmiş. Hem de bisikletle. Sanki kendisine sormuşum gibi bir arkadaşımdan gelen “Sanırım araba kiralamadan lavanta tarlalarına gitmek biraz zor.” mesajı kaale almadım. Bal gibi de geziliyor Provence arabasız!

img_2917-blog

Hazırlık

Araştırma yaparken ilk işim lavanta tarlalarının haritasını bulmak oldu. Aşağıda görmüş olduğunuz mor bölgeler lavanta tarlalarının bulunduğu yerler.

Lavanta Tarlaları

Lavanta Tarlaları

Sonra toplu taşıma seçeneklerini araştırdım. Tren ve otobüs ağları aşağıdaki gibi.

Bu iki önemli bilgiyle hangi lavanta tarlalarını nasıl gezebileceğimizi çıkarttım. Şöyle ki tren hatları vadinin ortasından geçmiyor doğudan batıya uzanan bir tren hattı yok. Aşağıdaki haritada kırmızı ile tren hatlarının geçtiği yerleri işaretledim. Pays de Valensole ve Pays de Forcalquier ana lavanta bölgelerini ve Roussillon ve Gordes kasabalarını tercih edince La Brillanne’den Avignon’a (doğudan batıya) bir güzergah çıktı. Tren, bisiklet ve otobüsle güzel bir yaz gezisi oldu.

22 no’lu otobüs hattı Oraison’dan Avignon’a kadar uzanmakta ve 6 euro karşılığında bisikletleri taşımakta. Tek sıkıntısı belli tatil günlerinde seferlerinin olmaması. Bu çizelgeden otobüsün saatlerine ve duraklarına bakabilirsiniz. Biletleri otobüs şoföründen alabiliyorsunuz.

Bisiklet için de Figen çok şeker sahibi olan bir site buldu. Vadide yokuşlar olacağı için elektrikli bisikletlerimizi Velo Love şirketinden kiralamış olduk. Adam sağolsun bisikletleri otelimize teslim etti, dönerken de otelimizden aldı. Kask, reflektörlü gömlek, kilit, lamba, çanta, şarj aletleri her şey tamdı. Bu arada ilk elektrikli bisiklet deneyimimden çok memnun kaldım.

Marseille → La Brillanne: 90dk Tren (Bisiklet ücretsiz, tren seferleri için SCNF‘nin uygulamasını telefonunuza mutlaka indirin.)
La Brillanne → Oraison → Valensole: 18 km Elektrikli bisiklet
Valensole → Oraison: Elektrikli bisiklet
Oraison → Forcalquier: Otobüs (Biz elektrikli bisiklet ile geçmek zorunda kaldık çünkü okul tatilinde pazar günü otobüs seferi yokmuş.)
Forcalquier → Apt: 45 dk Otobüs
Apt → Roussillon → Gordes: 19 km Elektrikli bisiklet
Gordes → Goult: 9 km Elektrikli bisiklet (Durak aşağıdaki Lumières kasabasında eczanenin yanında)
Goult → Avignon: 35 dk Otobüs
Avignon → Marseille: Tren (TGV hızlı tren bisiklet kabul etmiyor.)

Gezi

Malezya’dan döndüğüm iş gezisinin akşamına uçtuğum için Marseille’ya geç vardım ve Marseille Havaalanı’ndan kalkan son otobüsü kaçırdım. Türk mantığıyla durakta bekleşenlerle birlikte taksi tutma işini organize ettim, fena da olmadı. Otobüs 8 Euro iken paylaşımlı taksi 15 Euro’ya denk geldi. Gece yarısı kolayca otele varmış oldum. Bu arada Marseille ve havaalanı arası her 15 dakikada bir otobüs var ve Gare St Charles’a kadar çok rahat ulaşılıyor. İbis Otel her zamanki gibi konumu, standartlığı, temizliği ve fiyatı yüzünden tercihim oldu. Figen ile odada buluştuk.

Sabah Düldüller’imizi (bisikletlerime Düldül demeyi çok seviyorum) yükleyip otelin yanıbaşındaki istasyona geçtik. SCNF’nin kioskları oldukça pratik ve kredi kartı kabul etmekte. Biletlerimizi alıp kahvaltı yaptık. Trenimizin son kompartımındaki bisiklet yerine Düldüller’i şaha kalkmış pozisyonda bıraktık. Her ülkenin treninde bu bisiklet işi farklı organize edilmiş oluyor. En mühim şey bisiklet logolu vagonun kapısını bulmakta.

La Brillanne’e vardığımızda gökyüzünü kara bulutlar kaplamıştı. 15 dakika sonra Oraison’a vardığımızda hava durumunu kontrol ettik ve hiç beklemediğim ve hazır olmadığım bir sağanak başlamak üzereydi. Turist ofisinden yakınlarda bir Carefour olduğunu öğrenince aklıma kendime çöp poşetinden yağmurluk yapma fikri geldi. Yağmur bastırmadan küçük ve büyük çöp poşetlerinden kapşonum ve yağmurluğum hazırdı. Islanmaktan çok kurumak sorun olduğu için pantalonumu şorta çevirip parmak arası terliklerle ıslak giysi ve ayakkabı sorununu ortadan kaldırdım. Çantalarımızı da çöp poşetleriyle sarıp sarmaladık. Öğle yemeğimizi yedikten sonra Valensole’ye doğru yola koyulduk. Valensole yönü yokuş ama elektrikli bisikletin yokuşlardaki itme gücüyle hiç zorlanmadım. Sıkıntı bitmeyen yağmurdu. Kalacağımız pansiyona vardığımızda gökyüzünden sürahi boşaldı resmen. Kuru bir yere geçmeden 5 dakika önce bu kadar ıslanmak biraz fazla oldu.

Valensole
Pimpirikli pansiyon sahiplerimizin tuhaflıklarından sonra kurulanıp duran yağmurun da verdiği hevesle önce Valensole kasabasını gezdik. Karşımıza tablodan çıkma iki İtalyan çocuk çıktı. Yöresel kıyafetleri ve ellerindeki Fransızların olmazsa olmazı bagetleriyle Valensole sokaklarında görsel ziyafet yaşadık. Poz vermesini bilmeleri bir yana olgun anlayışlı tavırları bir yana. Her gören turiste sabırla poz verdiler. Kibarlıklarına ve sabırlarına hayran kaldım. Valensole sokakları harika!

Akşam üstü Valensole’nin batısına ve kuzeyine fotoğraf safarisine çıktık. Yolda gelirken fark ettiğimiz gibi bir çok lavanta tarlası budanmıştı. Biraz hayal kırıklığı yaşadım. Geçtiğimiz yollar alabildiğine mor iken değildi. Sonradan öğrendiğim üzere bu yaz çok sıcak olduğu için lavantalar erken budanmış. Bu hiç lavanta görmediğimiz anlamına gelmesin. Gördük ama Temmuz’un bir ilk ya da ikinci haftası kadar değilmiş. Güne bakmayan günebakan tarlası ve bir tane büyük lavanta tarlası bulduk.Güzel kareler çıktı. Lavanta tarlalarının kokusu hala burnumda.

Forcalquier
Sabah bir umut Oraison’da otobüsü yakalarız diye erken çıktık yola. Önce Düldüller’i yükleme, sonra kahvaltı tabii. Fransa’nın bu bölgesinde pastanelerle kafeler ayrı. Çöreğinizi pastaneden alıp kahve içeceğiniz kafeyi buluyorsunuz. Öyle İtalyanca’sını deyince anlamıyorlar cappucinodan Fransızlar. İlla cafe au lait (ole) diyeceksin. Böyle dediğime bakmayın hayatımda gördüğüm en sıcak kanlı Fransızlar bu bölgedeydi. İkinci gün hava güneşli ve tatlı bir sıcaklıktaydı. Ha bir de yokuş aşağı faktörü var. Çok tatlı bir yolculukla Oraison’a geri geldik. Otobüsün gelmediğini öğrenince Forcalquier’e bisikletle devam ettik.

Eski sokakları olan şehir merkezinde airbnb ev sahibimiz bizi bekliyordu. Eski bir binanın en üst katındaydı kalacağımız ev. Binanın dış kapısından girişte geniş bir koridor olunca elektrikli bisikletlerimizi gönül rahatlığıyla oraya bıraktık. Meydanlardan birinde öğle yemeğimizi yedikten sonra biraz dinlendik ve ikindi vakti kırkikindi yağmuru yeniden başladı. Önceki gün çok ıslandığım için dışarı çıkmak istemedim. Figen yağmura rağmen tepedeki kaleye çıktı. Akşam yemeği için Vietnam restoranında buluştuk ve ben en sevdiğim bo bun‘dan söyledim :)

Ertesi sabah gün doğumunu fotoğraflamak için erken uyandım. Sabah 6’da pedalları çevirdim. Sabah erken kalkmanın ödülü misali enfes manzaralarla karşılaştım. Sisin üzerinden doğan güneş, uçan balon ve tesadüfen karşıma çıkan çınar ağaçlı muhteşem bir yol. Keyifli gezimden sonra sabah kurulan köy pazarına da vakitli yetiştim ve bisikletimin pilini şarja taktım. Provence bölgesinde belli günlerde lavanta pazarları kuruluyor. Forcalquier’deki pazar orada olduğumuz pazartesi sabah kuruluyormuş. Yine bir şeyler alıp kahvaltı için pazarın yanındaki kafeye oturduk. Ben pazarda satılan taze kiş ve pişiden aldım, Figen de taze keçi peyniri ile cevizli ekmek aldı. O cevizli ekmeğin tadını unutmak mümkün değil. Pazar epey büyüktü. Fotoğraflarda kullanmak üzere kendime hasır bir şapka aldım. Pazarı gezdikten sonra Apt’a giden otobüsümüze geçtik.

img_1511-blog

Roussillon
Apt’a otobüsle ulaştıktan sonra bisikletle 1 saat kadar süren yolculukla kırmızı şehir Roussilon‘a vardık. Bu gezide en sevdiğim çeşitliliği oldu. Her gittiğimiz yerde farklı bir şeyle karşılaştık. Roussillon kırmızı toprağı ve Grand Canyon‘a benzeyen kaya oluşumlarıyla şaşırttı beni. Bu bölgedeki diğer şehirler gibi bir kayanın tepesindeki şehre kırmızı tonlar hakim. Ochre denen aşı boyasının buradan çıkartılıyor olması buna en büyük etken. Roussillon sokakları ve yanıbaşındaki doğa parkı gezilip görülesi.

img_1401-blog

Gordes
Gordes’un merkezinde kalacak düzgün bir yer olmadığı için biraz uzağında harika bir yazlıkta kaldık. Bulması biraz zor olsa da tatlı ev sahibi güler yüzle karşıladı. Evde sanatla ilgili bir sürü materyal vardı. Monique’in bize hazırladığı kahvaltı çok özenliydi. Yine gitsem yine burada kalırım.

img_2081-blog

Gün batımında lavanta tarlası ile meşhur olan taş kilise Sénanque Abbey‘de olabilmek için az biraz dinlenip Gordes’e doğru bisikletlerle hareket ettik. Gordes bu seyahatte en yüksek ve en dik yerde olan kasabaydı. Figen’in pili yetmediği için çıkamadı. Ben kas gücüyle bisikletimi tepedeki merkeze çıkarttım. Gordes’in tepesinden manzara enfes. Hızlı bir akşam yemeğinden sonra kiliseye vardım. Yalnız vardığımda benim de bisikletimin pili bitmişti. Şarj aletim yanımdaydı ve pili çıkartıp şarja takmak için Sénanque Abbey’e girdim. İçeride ayin varken denediğim prizler çalışmıyordu. Hayda! Yandaki kilise misafirhanesinden gelen ışıkları görünce şansımı orada denedim. Özel girilmez yazsa da ufak holde priz buldum. O akşam özel bir tören vardı sanırım. Misafirlerden biri dışarı çıkarken beni gördü ve ben de şarj edemezsem kaldığım yere geri dönmem imkansız açıklamasını yaptım. Şöyle ki kaldığımız yerden Gordes’e kadar yokuş çıktığım yetmedi bir de Gordes’ten Sénanque Abbey’in son yokuşuna kadar yukarı çıkış devam etti. Kilise bir tepenin dibinde ve etrafta başka hiçbir şey yok. O yüzden yolun sadece son 5 dakikası inişti ve o yokuşu pil desteği olmadan çıkmak hele ki güneş battıktan sonra imkansızdı. Fotoğraf çekmek ve bu arada pilimin şarj olması için sadece 1,5 saatim vardı. Hemen yanımda getirdiğim beyaz elbisemi üzerime geçirdim ama bir de ne göreyim. O meşhur bahçeye girmek yasakmış. Bir de yok yılan var diye tabelalar yerleştirmişler. Kendi kendime en kötü ne olabilir dedim ve fotoğraf makinemi telefonuma kablosuz ağla bağladıktan sonra atladım bahçenin duvarından içeriye. Bu kadar risk almışım ve yol gelmişim yapmazsam olmazdı. Güzel kareler çıktı ve adrenalin dolu dakikalarıma değdi. Beni gören Brezilyalı kız da atladı ve fotoğraflarını çekmemi istedi. Bu arada bizden başka bahçenin içerisine girmeye teşebbüs eden olmadı. Lavanta tarlasının eşlik ettiği taş kiliseyi seyrederken kendimizi de eleştirmekten geri kalmadık.

Bu arada Vogue dergisinin “Her kadının Fransa’da görmesi gereken 10 yer” başlıklı makalesinde Sénanque Abbey ve Marseille kısmında bahsettiğim Calanques Milli Parkı yer almış, gezimden sonra okuduğumda mutlu oldum bu iki yere giderek doğru seçim yaptığımı gördüm diye :)

Etrafta kimse kalmamıştı ve bisikletin pilini şarjdan almak için misafirhaneye yöneldiğimde hayatımda ilk kez bir tilki ile karşı karşıya geldim. Büyülü bir andı. Bu güzel yaratığı ilk kez görmenin büyüsü ve nasıl tepki vereceğini bilmemenin etkisiyle öyle bakıştık 1 metre mesafeden. Büyüyü bozmamak için elimi fotoğraf makineme bile atmadım. Gidiverdi bir müddet sonra, o da en az benim kadar meraklıydı. Pilimi bisiklete taktığımda sadece yarısının dolduğunu gördüm. Uzun bir yokuşu düşük yardım gücünde ama uzun sürede gitmek ve en yüksek yardım gücü ve kısa sürede gitmek fikirleri arasında kaldım. Sonuçta benim için mühim olan o dik yokuşu geçmekti. İkinci seçenekle 5 dakikada korkulu yokuşu geride bıraktım. Hava kararmıştı, aydınlatması olmayan yollarda kalan pili pedal gücünden çok farlarımı aydınlatmak için kullandım. Bilmediğim bir hayvan karşıma çıkar mı diye biraz korktum ama gayet rahat bir şekilde yazlığa geri döndüm. Macera dolu bir gündü benim için.

Goult
Gordes’ten geçmiyor meşhur 22 no’lu otobüs, 9 km ötedeki Goult’tan geçiyor. Goult’a vardığımızda durağın yerini soruşturduk. Hemen yanındaki Lumières kasabasındaki eczanenin oradaymış otobüs durağı. Yukarıda bahsettiğim otobüs çizelgesinde bütün bu bilgiler yazıyormuş ama Fransızca bilmeyince görememişim. Gordes’ten Goult’a hareket ederken kaybolma payı bırakmıştık. Durak zor olmadığı için arada kalan vakitte Goult meydanında kahve molası verdik. Vietnam asıllı garsonun kendine has kişiliği bizi epey güldürdü. Otobüsümüz biraz gecikmeli gelse de Avignon’a geçişimiz rahattı.

Avignon
Tiyatro festivali vardı biz oradayken. Accor Otel Zinciri’nden Mercure‘de kaldık. Eski şehir merkezinin tam ortasındaydı yeri. Her yere yürüyerek gittik. Avignon’da en çok Rue Des Teinturiers sokağını sevdim. Ufak bir kanal kenarında keyifli mekanların olduğu bir sokak. Biraz Asmalı Mescit havasında. Eski su değirmenleri ve köprülerle hoş bir havası vardı. Yemek yemek için tavsiye ederim. Tiyatroların kısa tanıtımları ve kostümlü dolaşan insanlarla pek bir şenlikti Avignon. Fransa’da son zamanlarda yaşanan terör olayları yüzünden etrafta silahlı askerler biraz düşündürücü olsa da insanların sosyal ihtiyaçlarından geri kalmaması umut vericiydi. Kalesinden çok etkilenmedim. Avignon’un mermer sokakları buram buram yaz kokuyor. Dondurma alıp gezmelik.

img_2178-blog

Marseille
Bu gezide yine gezme alışkanlığımın değiştiğini fark ettim. Marseille şehir içini gezmektense bisikletleri bırakır bırakmaz kendimi Massif des Calanques‘e attım. Tren ile 20 dakikalık bir yolculuk sonucu Cassis istasyonuna vardıktan sonra otobüsten emin olamadım. Beklemek yerine şansıma yakınlarda olan bir Uber aracıyla milli park girişine 10 Euro’ya hızlıca varmış oldum. Calanque küçük koy anlamına gelmekte. Buradaki 3 koyu yürümek için milli park görevlisi 1.5 saate ihtiyacım olduğunu ve parmak arası terlikle gitmemem gerektiğini söyledi. Çantamda tırmanış ayakkabımın olduğu yalanını söyleyerek yürüyüşüme başladım. Ayakkabısız zorlanırsam en kötü geri dönerim diye düşündüm. 1 saatte gayet parmak arası terlikle en sondaki koya Calanques D’en Vau‘ya vardım (Bu arada en son Küba’da da parmak arası terlikle tepeleri tırmandıydım, idolüm Kilimanjaro’daki abiler). En sondaki koy, ulaşması en zor olanı en güzeliydi. Buraya ya yürüyerek ya da botla gelinebiliyor. O yüzden öyle sessiz ve huzurluydu. Sadece buraya ulaşmanın zaferini güneşlenerek ve yüzerek çıkaran insanların hoş sohbetleri duyuluyordu. Kuşbakışı görüntü için tepeye koyun ağzından çıkmak mümkün fakat ben onun yerine yüzmeyi tercih ettim. Dönüş çok zor olmadı. Akşamüstü Marseille’e vardığımda şehri gezecek ve akşam yemeğinin tadını çıkaracak kadar zamanım da oldu.

img_2864-blog

Mora doyduğum bir yaz oldu eğer ağustos sonu gezdiğim Hollanda’daki fundalıkları da sayarsam. Hande Yener’den Mor şarkısı da bu yazı hatırlatacak besbelli… Provence bölgesindeki lavanta tarlaları bahanesiyle Fransa’nın güzel bir bölgesini keşfetmiş oldum. Seneye belki Arles ve Aix-en-Provence şehirleriyle birlikte Verdon Kanyonu‘nda yeni hobim kaya tırmanışı yaparım belki :)

Figen’e yol arkadaşlığı ve çektiği güzel kareler için teşekkür ediyorum. Buradan kendisini takip edebilirsiniz.

instagram‘da #visneinprovence etiketiyle çektiğim fotoğraflara ulaşabilirsiniz.

Vişne Kiraz
Temmuz 2016
(Amsterdam, Ekim 2016)

Not: Yok ta oralara niye gittin Isparta Kuyucak Köyü’nde de lavanta tarlaları var diyenlere bir çift sözüm var. Size mi sordum? Hem bana ne neresi yakın haberiniz var mı? İlla bir kulp bulunacak. Türkiye’de lavanta mevsiminde olursam tabii ki Isparta Kuyucak Köyü listemde (bucket list).
Not 2: İyi hoş geziyorum da Sevgili Okur, bunları canlı canlı paylaşamadığım biri olmadıktan sonra anlamsızlaşmaya başladı. Öyle işte bu yazı biraz gıybetli biraz iç dökmeli oldu.