Vişne Kiraz

Düşlerimin peşi sıra kendimi yollara vurdum

Archive for ‘Ocak, 2015’

El Calafate Kus Gozleme

Kuş gözlemleme – El Calafate, Patagonia, Arjantin

Her ne kadar backpacker  kelimesinin çevirisi “sırt çantasıyla gezen kimse” olsa da bu kelime çevirisinden daha fazla şey ifade eder seyyahların dünyasında. Özünde sırt çantası şart olmasa da, daha çok düşük maliyetlerle yabancı ülkeleri gezen kişilerdir bunlar. Çoğunluk lise ya da üniversite mezunu (belki kısa iş deneyimi sonrası işini bırakan) Avrupalı gençlerdir. Sonra hayatında düşlerin önemini fark edip geç olmadan işinden istifa eden ya da ücretsiz izne çıkan (sabbatical) orta yaş grubunda kişiler gelir. Bu ikinci grubun ilk gruba göre maddi durumu biraz daha iyidir ve yeri geldikçe bazı şeyler için daha çok bütçeleri vardır.

Zaman zaman Hollanda’daki ve Türkiye’deki arkadaşlarımla Türkler’den neden çok sayıda backpacker çıkmadığını konuşurduk. Geçtiğimiz aralıkta Kamboçya ve Tayland’da geçirdiğim 1 ay boyunca tanıştığım turistlerin “Pek Türk gezgin ile tanışmadım.” tepkileri üzerine bu konu hakkında fikirlerimi burada toplamak istedim.

  • Ülkemizde genç nüfus fazla ve hepsine yetecek kadar iş imkânı bulunmamakta. Bu yüzden bu kalabalıktan sıyrılmak, iyi bir iş sahibi olup güzel bir gelecek kurmak için ilkokuldan (belki artık ana okulundan) itibaren yarış atı gibi çalışmak, iyi bir üniversiteye girmek, iyi bir dereceyle ve dolu dolu sosyal etkinliklerle okulu bitirmek ve hemen iş hayatına atılmak gerekmekte. Bir şansım olsa o yıllara dönebileceğim söylense şahsen özellikle ortaokul ve lise yıllarıma, haftasonu dersaneye gitme saçmalığına sırf bu yarış atı temposundan ötürü dönmek istemem. Şimdi böyle bir koşturmacadan sonra Türkiye’den kimse iş hayatına atılmak yerine “Dur önce bir dünyayı gezip geleyim, öyle çalışmaya başlayayım.” demez, demiyor da. İstisnalar dışında orta halli hiçbir ailenin bu durumu destekleyebileceğini hayal edemiyorum. Rekabetten geri kalmak ve geçim korkusu maalesef hayallerden önce geliyor ülkemizde.
  • İş hayatına atılınca da rekabet bitmiyor. İşleri yetiştirememekten izne çıkamayan bir çok arkadaşım var. Türkiye’de bir çok iş veren yıllık izni bir ihtiyaç olarak değil bir lüks olarak görmekte, iznini kullanamazsa bir sonraki seneye devreder ne de olsa mantığı. İşe girilen ilk sene yıllık izin hak edemeyiş, ilk 5 sene sadece 14 gün yıllık izin verilmesi ve cumartesi gününün yıllık izinden sayılması kanunlarımızın da insanın kendine vakit ayırmasına bakış açısını yansıtan en çarpıcı örneklerden. Bir diğer konu da ücretsiz yıllık izin (sabbatical). Rekabetin fazla olması kişi ücretsiz izne çıkmak isterse yerine başka birinin bulunma korkusunu akla getirmekte. Yine bunların dışında izin politikası izleyen çok az iş veren var Türkiye’de. Açıkçası Hollanda‘ya taşınmasaydım bu kadar gezemezdim ve böyle uzun tatillere çıkamazdım. İşe ilk girdiğimden itibaren her sene 25-30 iş günü iznim var ve izinlerimin yanmaması için o sene içinde büyük çoğunluğunu kullanmam gerekmekte. Ayrıca izne bir lüks değil bir ihtiyaç olarak yaklaşılmakta.
  • Para birimimizin zayıf olması bir başka neden. Üniversitede ya da sonrası ailesiyle oturan Avrupalılar biriktirdikleri avrolar ya da sterlinlerle rahatça seyahate çıkabiliyorlar. Kamboçya gittiğim en ucuz ülkerden biri olmasına rağmen aslında o ucuzluk avroya göre, Türk lirasına göre değil. Örneğin 3 Amerikan dolarına sıcak yemek yemek bir Avrupalı için ucuz olsa da biz Türkler için çok değişik bir durum değil. Bir Türk’ün bir Avrupalı’ya göre çok daha fazla emek harcaması gerekiyor aynı miktarda tatil bütçesine ulaşabilmek için.
  • Türkler rahatından çok vazgeçmeyen bir toplum. Belki yaşadığımız coğrafya bunda etkili. Mesela yazın güneşli gün sayısı çok fazla olduğu için biz acil bir işimiz yoksa gün batımında dışarı çıkmayı tercih ederiz. Eğer kışın hava o gün yağmurluysa ertesi gün mutlaka açacağı için dışarı çıkmayı ertesine güne erteleriz. Hollanda’da hava ne olursa olsun bisiklet kullanmaktan vazgeçmemeleri en hayran olduğum özellikleri. Bir arkadaşımın birlikte çalıştığı bir İngiliz “Hava durumuna göre plan yapan tanıdığım tek toplum Türkler.” diye bir tespitte bulunmuş. Bu rahatlık anlayışımızı evlerimizin içini dayamak döşemek, en kısa mesafelere bile arabayla gidip gelmekte kullanıyoruz hemen. Tatil planları da bu doğrultuda şekilleniyor. Örneğin İzlanda çok pahalı bir ülke olduğu için kaldığım süre boyunca akşam yemeklerimi hostelin mutfağında kendim hazırladım. Orayı görmekti amacım ve hiç gocunmadım bu durumdan. İstisnalar dışında Türklerin Avrupa dışında bir yerde sırt çantaları ile kamp yaparak düşük bütçelerle gezdiğini çok hayal edemiyorum.
  • Bana sorulan “Bu kadar gezecek parayı ve zamanı nasıl buluyorsun?”, “Tek başına nasıl geziyorsun?”, “Tek başına canın sıkılmıyor mu?”, “Hosteller güvenilir mi?” vb. sorulardan seyahat etmek konusunda çok ön yargılı olduğumuzu görüyorum. Evet lükslerden ve rahattan vazgeçilmezse seyahat etmek çok maliyetli olabilir. Türkiye’ye göre daha fazla yıllık iznim var ve iş seyahatlerimi tatillerimle birleştirebiliyorum. Böylelikle hayallerime zaman yaratabiliyorum. Aslında tek başına gezerken daha kolay yeni arkadaşlıklar kurulmakta. Hosteller temkinli olunduğu sürece (kilitli dolap vs.) kalması rahat yerler. Temizlik, konum gibi kriterlerini iyi araştırmak gerek.

Gençlerden sorumlu bakan olsam ilk icraatlerimden biri üniversite öğrencilerine faizsiz backpacking kredisi vermek olurdu. Gençler dünyayı görsün, konfor sınırından çıkmak neymiş bir deneyimlesinler, yeni yerler keşfedip yeni arkadaşlar edinsinler. Nasıl olsa hayatlarının geri kalan zamanında ne zaman ne de bütçe çok izin vermeyecek bunu gerçekleştirmeye. Özellikle ülkemiz koşullarında…

Gezelim, görelim. İnanın iyi gelecek!

(Vişne Kiraz, Şubat 2015)

17 Yorum

İş için gittiğim Kuala Lumpur’dan Kamboçya’ya geçerken sadece başkent Phnom Penh‘e uçak bileti aldım ve ilk 2 gece için aynı yerde hostelimi tuttum. Bundan başka hiçbir planım yoktu. Gitmeden önce internetten otobüs saatlerini, millî parklara nasıl gideleceğini vs. araştırsam da pek faydalı bir şey bulamadım. Bu yüzden Kamboçya maceram gezerken şekillendi. Lonely Planet’in Kamboçya rehberinin yanımda olması hayatımı çok kolaylaştırdı. İnternete erişimim yokken seyahat içinde gelişen planlarım için en azından kalacak yer vb. bilgiler elimin altında olmasa ne yapardım bilmiyorum.

İşte doğaçlama gelişen güzergâhım:

  • Gün 1: Phnom Penh – Killing Fields, Tuol Sleng Genocide Museum
  • Gün 2: Phnom Penh’ten Banlung – Ratanakiri bölgesine yolculuk
  • Gün 3: Banlung ve şelaleleri
  • Gün 4: Veun Sai bölgesi’nde yürüyüş (trekking), Virachey Milli Parkı’nda jungle’da kamp
  • Gün 5: Veun Sai bölgesi’nde yürüyüş (trekking)
  • Gün 6: Kratie – Mekong Nehri’nde yunus gözlemleme
  • Gün 7: Kratie’den Siem Reap’e yolculuk
  • Gün 8: Siem Reap’te dinlenme
  • Gün 9: Siem Reap – Angkor
  • Gün 10: Siem Reap – Angkor
  • Gün 11: Siem Reap – Angkor
  • Gün 12: Siem Reap’ten Battambang’a nehir yoluyla yolculuk (Floating Village, Tonle Sap Gölü)
  • Gün 13: Battambang – Bambu treni, Phare Ponleu Selpak Sirki
  • Gün 14: Battambang’dan Siem Reap’e dönüş

Notlar:

  • Kamboçya’da Amerikan Doları (USD) çok yaygın olarak kullanılmakta. 4000 Kamboçya Rieli = 1 USD olsa da bana turistlere her şeyi dolar üzerinden satıyorlar gibi geldi bulunduğum süre boyunca. Dolar verip riel para üstü almak ya da tam tersi mümkün.
  • Yazı tura atmak neredeyse imkansız Kamboçya’da. Ülkede bozuk para yok. Ancak yanınızda getirdiğiniz bozuk paraları kullanabilirsiniz :)
  • İyi ki görmüşüm yanıma vesikalık fotoğraf almam gerektiğini. Havaalanında vize alırken gerekli. 35 USD ve 1-2 dk içinde çıkıyor. Angkor için sistemi değiştirmişler, eskiden olduğu gibi vesikalık fotoğraf istemek yerine webcam ile çektikleri fotoğrafı kullanarak 3 günlük ya da 1 haftalık biletleri çıkarıyorlar.
  • Toplu taşıma hiç gelişmemiş Kamboçya’da. Şehir içi tuktuk ya da motorsiklet; şehirlerarası büyük otobüs, özel minibüs ve bot kullanılmakta. Tuktuk ve motorsiklet için sıkı pazarlık yapmak ve gitmek istediğiniz yerde bırakılmak istediğinizi ısrarla vurgulamak gerekli. Benim başıma gelmedi ama bazı tuktuk sürücüleri turistleri gitmek istedikleri otel yerine kendi anlaştıkları otellere bırakabiliyormuş.
  • Gezerken kirli çamaşır biriktirmeye hiç gerek yok. Kilosunu 1-2 dolardan yıkıyorlar her yerde.
  • Sinek kovucu spreylerin DEET oranı yüksek olanları makbulmüş. %30-50 ancak etkili oldu Kamboçya’da. Yalnız her yerde yüksek DEET oranlı sinek kovucu sprey bulunmuyor. Geç de olsa orada öğrendiğim bu bilgi üzerine yüksek DEET oranlı sinek kovucu arasam da çok başarılı olamadım. En son Bangkok’tan Koh Tao’ya geçeceğim zaman havaalanındaki eczanede bulabildim. Bu arada DEET çok acayip bir madde. Kullandıktan sonra ojemi, ranzanın boyasını ve plastik çantamı eritti. Olsa bir türlü olmasa bir türlü :)
  • Yaralar ve sinek ısırıkları için Tiger Balm çok iyi geliyor. Küçükken babaannem sinek ısırıklarıma kolonya dökerdi, meğer mentolün iyi geldiğini o çoktan biliyormuş, ben yeni öğrendim.

(Vişne Kiraz, Aralık 2014)

Yorum bırakın

Kamboçya serüvenimin ilk günlerinde gidebileceğim en uzak noktaya gidip yavaş yavaş  gezimin son durağı olan Siem Reap‘e doğru yolculuk yapmak istedim. Bu nedenle Phnom Penh‘deki hostelde duvarda asılı olan güzergâhlardan öncelikle Ratanakiri‘yi bu bölgede Kamboçya’nın doğasını keşfetmek, şelalerini görmek ve “jungle”da kamp yapmak istediğim için tercih ettim.

Yolculuk

Otobüs firmalarının internet sayfaları olmasa da Kamboçya’da telefon sistemi güvenilir bir şekilde çalışmakta. Çoğu zaman biletlerimi oradakilerin yardımıyla telefon üzerinden aldım ve bazen gecikmeler olsa da kaldığım süre boyunca bir yerden alınacağım ne zaman söylense oradan hep alındım. Sabah erkenden hostelimden otobüs firmasının servisiyle Phnom Penh’deki otobüs terminaline gittim. Ratanikiri’ye 8 saat sürecek yolcuğumu yapacağım otobüs oldukça eskiydi. Otobüs terminali ve otobüsler bir an kendimi 1960 film setinde hissettirdi. Üniversite öğrencisi olan Chantha az biraz İngilizcesi ile iyi bir yol arkadaşı oldu.

Yola çıktıktan 1 saat sonra polis otobüsü kenara çekti. Dışarı çıktık. Başta ne olduğunu anlamadım. Görünürde bir şey olmadığı için biraz rüşvet meselesi gibi geldi. Meğer yola çıktıktan sonra kaptan bir motorsikletliye çarpmış ama biz hiç fark etmedik. Otobüsün üzerinde oluşan bazı hasarlardan ötürü polis o otobüsle yolculuğa devam etmemize izin vermedi. Chanta yanımda olmasaydı bütün bu olanları nasıl anlayabilirdim bilmiyorum. Yol kenarında 2 saatten fazla bizi alacak yeni otobüsü bekledik.  Bu arada otobüsteki diğer turistlerle tanıştım. Amelia ve Chris adında İngiliz bir çift de benimle aynı yerde kalacakmış Banlung’da. Bunu öğrendiğimde bilmediğim bir yerde bana eşlik edecek birilerinin olmasına sevindim.

Otobüste Kamboçya hakkında fark ettiğim bir başka detay ise erkeklerin de ziynet eşyalarına çok düşkün olmalarıydı. Çok zengin olmasalar da pazar yerlerinde camekân içinde satılan altınlara çok rağbet vardı. Otobüste önümdeki koltukta oturan küçük erkek çocuğu 24 ayar altın yüzük takması ilgimi çekti. Türkler’de küçük yaşta kız çocuklarına altın küpe takmak ve kız-erkek çocuklarına üstünde isminin yazdığı altın bileklik yaptırmak biraz geçmişte kalsa da bu gelenek Kamboçya’da farklı bir biçimde sürmekte.

Otobüslerin mola yerlerinde tencere yemekleri, soyulmuş ananas ve greyfurt, soslu tarantulalar ve çekirgeler, bambu içinde pirinç lapası vb. satılmakta. Türkiye’deki mola yerlerinden biraz farklı. Tencere yemeklerinde et olarak tavuk ve domuz çok kullanılıyor. Kırsal kesimde koyun ya da dana eti satıldığına pek denk gelmedim. Yemekler çok hijyen ortamda satılmasa da meyve ve pirinç lapası gibi şeylerle bir şeyler atıştırmış oldum.

Yolda bazen uzun anlamsız molalar da oldu. Zaten sabah otobüs beklediğimiz için yolculuğumuz denilenden uzun sürdü. Bunun Kamboçya’da olağan bir şey olduğunu diğer yolculuklarımda anlayacaktım. 14 saat süren otobüs yolculuğundan sonra Banlung’a vardığımızda hava kararmıştı ve otobüs gündüz işlek olan ama akşam ıssız olan pazar yerinde bıraktı bizi. Uyanık tuktuk sürücüleri etrafımızı sarıp normaldeki ücretten çok fazla para talep ettiler. İngiliz çift ile aynı düşündüğümüz için o kadar para vermemekte hem fikirdik. Ben kalacağımız yeri Yaklom Hill Lodge’u aradım ve sahibi bizi arabayla pazar yerinden aldı.

Yaklom Hill Lodge, Banlung’un biraz dışında bungalow’ları olan doğa ile iç içe hoş bir yer. Tam kafa dinlemelik. Elektrik sadece akşam 6 ile 9 arası vardı ve internet yoktu. Yanıma el feneri almamıştım, böyle olacağını tahmin etmemiştim. Sağolsunlar bir tane ödünç el feneri verdiler. Biz epey geç vardığımız için mutfak ve elektrik biraz geç kapandı. Elektrikli şofbenin ılıttığı su ile 5 dakikada nasıl duş aldım bilmiyorum. Sanırım soğuk su ve açık havada karanlıkta kalma duygusu adrenali devreye soktu. Sineklik ve mum ışığında otantik bir ortamda güzel bir uyku çektim.

Banlung

Sabah kahvaltısından sonra kaldığımız yerden bizi Banlung’un merkezine gitmek için tuktuk çağırmasını istedik ama bekleyişimiz başarısızlıkla sonuçlandı. Bunun üzerine Almanya’da bile otostop çeken biri olarak İngiliz çifti otostop çekmeye ikna ettim. Yol kenarında biraz yürüdükten sonra Kamboçyalı birinin arabasına yolcu olduk. İneceğimiz zaman biraz katkıda bulunmak istedik kendisine ama kabul etmedi. Turistlerle iş yapmayan Kamboçyalılar’ın gönüllerinin ne kadar zengin olduğuna tanık olduk.

Banlung, Ratanikiri bölgesinin merkezi ama küçük bir kasabadan farksız. Lonely Planet’in haritasından biraz daha şehre benzer bir yer hayal etmiştim. Haritada işaretli tur şirketlerini bulmak kolay olmadı ve ilk gördüğümüz Highland Tours‘un kapısından içeri girdik. Sıkı pazarlık sonunda o gün Banlung Şelaleleri‘ni ve Yeak Laom Gölü‘nü içeren turu ve ertesi gün “jungle“da kalmalı trekking turunu ayarladık.

Banlung Şelaleler ve Yeak Laom Gölü

Banlung’da minik minik bir çok şelale var. Bu şelaleler hem yerli hem yabancı turistlerden epey ilgi görmekte. Biz bunlardan sırasıyla KachangKatieng ve Cha Ong‘u gördük. Kachang‘a giderken yayan asma köprüden geçtik. Katieng‘in arkasından yürümek mümkün ama yosun tutmuş taşlar yüzünden parmak arası terliklerle kaymak çok olası. Cha Ong ise içlerinde en yüksek ve uzakta olanıydı. Hepsinin girişinde 2000 Riel gibi bir giriş ücreti alınmakta. Genel olarak şelaleler fena değildi ama etrafta çok çöp vardı. Kamboçya’da temizlikle ilgili genel bir yaklaşım görmedim. Sanırım eğitimsizlik yaşamlarının her alanında egemen olduğundan. Bir yerden sonra çöp kutusu aramanın nafile olduğunun farkına varsam da çöp kutusu bulana kadar taşıdım çöpümü.

Tuktukla şelalelere giderken Kamboçya’da her şeyin yol üstüne kurulduğunu gördüm. Oval biçimde genişleyen köyler yerine yol boyunca sıralanmıştı evler, dükkanlar, kısaca her şey. O yüzden Kamboçya’yı gezerken her 100 metrede bir şişe içinde benzin satan ve motorsiklet tamir eden evler, karşıdan karşıya geçerken hiç oralı olmayan domuzlar, her geçen turiste tükenmez bir coşkuyla el sallayan çocuklar hiç bitmedi.

Banlung Waterfalls - Katieng

Katieng Şelalesi, Banlung, Ratanakiri Bölgesi

Günü Yeak Laom Gölü‘nde bitirdik. Kaldığımız yere yakın olduğunu sandığımızdan oraya tuktukla gitmek yerine yürümeyi tercih ettik. Bu yüzden tuktuk sürücüsünden bizi Yaklom Hill Lodge’da bırakmasını istedik. Aslında göl o kadar yakın değilmiş kaldığımız yere. Bizi yanıltan kaldığımız yerin bahçesindeki işaretler ve el çizimi kroki oldu. Krokiye göre bir müddet yürüdükten sonra gün batımında gölde olamayacağımızı fark ettik. Bu sefer günün son otostopunu göldeki kafelerden birine hindistancevizi taşıyan bir çiftin kamyonetinin arkasında gerçekleştirdik. Bu Kamboçyalı çift o kadar tatlıydı ki bizi beklediler geri götürmek için ve yine bizden hiçbir katkı kabul etmediler.  Yeak Laom Gölü bir krater göl. Varır varmaz bütün gün gölde yüzme hayalimi gerçekleştirdim. Gölde yüzmeyi seviyorum. Gün batımına 1 saat kaldığı için çok tenhalaşmıştı. Sessizliğin ve doğanın tadını kısa da çıkarabildik. Hareketli bir gün için güzel bir kapanış oldu.

(Vişne Kiraz, Aralık 2014)

5 Yorum

Gezime Kamboçya’nın başkenti Phnom Penh‘den başlamak istedim. Kamboçya’nın hüzünlü tarihinin bilinciyle bu toprakları gezmenin bir başka olacağını düşündüm, öyle de oldu.

Tuktuk

Güneydoğu Asya’nın olmazsa olmazı motorsiklet sevdası ve toplu taşıma aracına dönüşen tuktuk‘ları havaalanından itibaren bölgede kaldığım süre boyunca bana eşlik etti. Kamboçya’da pek çok şey çok ucuz ama yine de pazarlık etmekten vazgeçmemek ve neyin kaça olduğunu bilmekte fayda var. Havaalanındaki danışmaya şehir merkezine tuktukla kaça gidebileceğimi sordum. Danışmadaki kadının dediği fiyatı göz önüne alarak tuktukçuyla pazarlığımı yapıp hostelime doğru yola koyuldum. Böyle havaalanından ya da otobüs terminalinden yolcu alan tuktuk sürücüleri bu yolculara ek hizmet sağlamak için ellerinden geleni yapıyorlar. Çoğusunun aracında bölgede gezilmesi görülmesi gereken yerlerin PVC ile kaplanmış resimleri bulunmakla birlikte sizi kalacağınız yere gitmeden gezdirmek istiyorlar. Uçağım sabah erken saatte olduğu için önce üstümü başımı değiştirmek, valizimi bırakmak, bir kendime gelmek istedim. Tuktukçuyu kırmamak ve bu kibar ısrarını sonlandırmak için de telefon numarasını verirse işlerimi bitirdikten sonra kendisini arayabileceğimi söyledim.

Sabah erkenci olduğum için check-in yapamadım hostelime ama diğer işlerimi hallettim. Hostellerin otellere göre avantajlarından biri de gezginlere bir çok konuda yardımcı olmaları. Kilosu 1-2USD’ye çamaşır yıkatabildiğim için hemen kirlilerimi resepsiyona verdim. Phnom Penh’ten kalkan bütün otobüslerin listelendiği bir pano gördüm. İnternetten erişemediğim bu bilgi sayesinde ertesi sabah erkenden kalkan Ratanakiri bölgesine giden otobüste yerimi ayırttım. Resepsiyondaki cengâver kızın nasıl bütün Batılılar’ın tek tek talepleriyle ilgilenmesine ve sakince bütün bunları kısıtlı İngilizcesi ile halletmesine hayran kaldım. Sanırım benim için en az 3-4 kez otobüs firmasına telefon etti. Plansız başladığım gezimin ikinci durağı böylelikle belli olmuş oldu. Başta planım belli olmadığı için ne olur ne olmaz diye 2 gece yer ayırtmıştım. Bizim cengâver kızın gözünden kaçmadı tabii.

Killing Fields

İşleri hallettikten sonra sıra Phnom Penh’de tek merak ettiğim Killing Fields‘i ve Tuol Sleng Soykırım Müzesi‘ni gezmekteydi. Resepsiyona bu isteğimi dile getirince hali hazırda oraya gitmek isteyen birinin daha olduğunu söyledi bizim cengâver kız. Bu iyi bir haberdi çünkü böylelikle hem tek gezmemiş olacak, hem yeni biriyle tanışacak hem de genelde günlük olan tuktuk ücretini bölüşebilecektim. Yine hostellerin otellere göre avantajlarından biri de sizinle aynı şeyi yapmak isteyen insanları kolayca bulabilmek. Sabahtan resepsiyona ölüm tarlalarına gitmek istediğini söyleyen kişi Meksikalı ve benim gibi Hollanda’da çalışan bir “expat“ti. Bunu öğrenmemiz epey komik oldu. Tanışırken birbirimize sorduğumuz sorulara tesadüfen benzer cevaplar verince şaşırdık. Hollanda’da bana bu yolculukta eşlik etmek isteyecek birini arasam bulamazdım, gel gör ki dünyanın bir ucunda böyle birine denk geldim.

Tuktukla yola çıkmadan önce bizim cengâver kıza hangi sırayla gezmemiz daha iyi olur diye sordum. Önce ölüm tarlalarını sonra müzeyi gezmemizi tavsiye etti.

Killing

Ölüm tarlalarının girişinde bilet alır almaz çok kapsamlı bir audioguide (sesli rehber) verdiler. Aslına bakarsanız ölüm tarlalarında görecek çok şey olmasa da bundan yaklaşık 40 sene önce yapılan katliamın yaşandığı yerlerde bir anlatıcıyla gezmek tüyler ürpertici bir deneyim. Kan gölüne dönmüş alanda yürümek, toplu mezarlıkların yanından geçmek insandan daha vahşi başka bir yaratık olmadığını düşündürdü bir kez daha. Bu insanların öldürülme nedenleri yabancı olmaları, yabancı bir dil konuşmaları, entellektüel olmaları ya da bu nedenlerden öldürülen birinin akrabası olmaları. Kurbanların bebekleri ya da çocukları büyüyünce katliamı yapanlardan intikam almasın diye bir ağacın gövdesinde dövülerek öldürülmüş. O ağaca “Killing Tree” (ölüm ağacı) adını vermişler. Sanırım hayatımda hiç unutamayacağım bu vahşeti. Alanda işittiklerimi gösteren gravürler, kafataslarının üst üste yığıldığı anıt kabir, senelerce toprağın altından çıkıp duran kıyafetler, kemikler ölüm tarlalarında görülebilecek diğer çarpıcı detaylardan.

Killing Fields 3

Khmer Rouge döneminde öldürülenlerin kafatasları – Killing Fields

Tuol Sleng Genocide Museum

Tuol Sleng Museum 1

Tuol Sleng Soykırım Müzesi (S21 Hapishanesi), Phnom Penh

Killing Fields’ten sonra sıra Tuol Sleng Soykırım Müzesi’ndeydi. Meksikalı arkadaşla tuktuk sürücümüzü tuktukta uyuklarken bulduk :)

Tuol Sleng Soykırım Müzesi önceden bir okulmuş. Khmer Rouge döneminde Security Prison 21 (S-21) güvenlik hapishanesine çevrilmiş. Sınıflarda kara tahtalar hâlâ duruyor. Bazı sınıfların içinde tuğlalarla derme çatma tek kişilik hücreler örülmüş, penceler iptal edilmiş. Binanın  dışarıya bakan avlusunda yine derme çatma tel örgüler bulunmakta. İşkence aletleri, mahkumların yatakları, zincirler, kilitler, fotoğraflar, gravürler kısaca o döneme ait her şey kanlı canlı sergilenmekte. Aslına bakarsanız bu katliamlarda Kamboçyalı’yı Kamboçyalı’ya kırdırmış diktatör Pol Pot. Bir gün önce yan yana oturduğunuz arkadaşınız ertesi gün sırf yabancı bir dil bildiği için vatan haini olma düşüncesiyle göz altına alınabilir ve siz de ona işkence yapan bir gardiyana dönüşebilirsiniz. Yapmazsanız sıranın size geleceği de malum. Bu düşünce bulutu bana sosyal psikoloji dersinde okuduğum Standford Üniversitesi’nin meşhur mahkum deneyi Standford Prison Experiment‘i ve aynı deneyden uyarlanan Das Experiment (2001) filmini hatırlattı. Deney, 1975’te Kamboçya’da gerçekleşmişti bana göre.

Müzenin bahçesinde bu işkenceden sağ kalan iki amca ile tanışmak ve onlardan anılarını yazdıkları kitapları satınalmak mümkün. Benim en çok duygulandığım an onları o yaşadıklarından sonra orada ayakta dimdik durduklarını görmek oldu.

Normalde yeni yerler keşfettiğimde yüzüm gülerek kaldığım yere dönerim ama Phnom Penh’te hiç de öyle olmadı. Müzeyi gezdikten sonra üzerimde tuhaf bir hüzün vardı. Ertesi gün sabah erkenden Ratanakiri bölgesinin Banlung şehrine giden otobüs için hazırlanmam ve Banlung’da kalacağım yeri ayarlamam gerektiği için hostelime döndüm aynı hüzünle.

(Vişne Kiraz, Aralık 2014)

Yorum bırakın
%d blogcu bunu beğendi: